Nefs psikolojisi ile bizlere klasik Batı Psikolojisinin bilmediği, bilmek de istemediği pencereler aralanır. Freud veya Jung gibi ekollerin aksine insanın sadece ‘esfel-i safilin’ olmadığını, esfel-i safilin ile ahsen-i takvim arasında bir gelişme potansiyelini içinde barındırdığını anlatır. Böyle olunca da insanın sadece alt bilinçdışı değil üst bilinçdışı olduğuna bizi götürür. İşte kâmil insana doğru yol alırken insan da klasik Batı psikolojisinin aksine bodrum katlara sıkışıp kalmıyor ve yükselmeye başlıyor.
Nefs psikolojisinin devreye girmesiyle insanın iyi yönleri öne çıkıyor ve böylece maneviyat devreye giriyor. Nefs psikolojisi insanın bu manevi katlar arasındaki hallerine de eğiliyor. Burada bizim sıkça rüya âleminde de rastladığımız hatırlatmalar dile dökülüyor. ‘Bak arkadaş, sen zannettiğin kişi değilsin. Sen bir derya, denizsin, sen bir âlemsin.’ sözlerini tekrarlıyoruz. Çünkü insanın bunu bilmeye ihtiyacı var. Çünkü bildiğimiz psikoloji insanı bu yönüyle görmüyor. Nefis yapısını bir binaya benzetirsek topoğrafik açıdan, bir oturma odamız var ve oradan da aşağılara inen, karanlıklara, daha da derinlere, daha dar, daha sıkıcı, daha kaygı veren bir âleme adım atıyoruz. Oturma odamız şu an ki şuurumuz ve aşağılar da alt bilinçdışı âlemimiz. Bir kere bu yapı göz önene alınarak çalışılmalı. Dolayısıyla esfil- i safilin ile ahsen-i takvim arasında bir gelişme potansiyeline sahibiz. Yine Kur’an ayetlerinden hareket ederek biliyoruz ki bu nefsin nefsi emmare ile nefs-i safiye arasında değişik mertebeler var. Biz terapide nefs-i emmare ile nefs-i levvame mertebelerinde analiz yapmaya çalışıyoruz. Daha üst âlemleri mürşid-i kamiller bilir. Haddimiz değil…
Rüya terapisinde de bir kişi neyi fark ediyor? Benim bir alt âlemim var ama o alt âlemimden sonra benim yavaş yavaş yukarıya doğru tabaka tabaka bir gelişme potansiyelim var. Çünkü yaratılanların en şereflisi olarak yaratılmışız. Ona ulaşmamız lazım. Yani nefsi-i emmare şuuru ve ondan sonra da ahsen-i takvim’e doğru tekamül ettiğimizdeki yaşadığımız sürecin analizi yapılır, rüyalar eşliğinde. Tasavvufta feyz alarak ahsen-i takvim yönümüzü ‘Can’ diye görürüz. İnsanın içindeki bu Hazreti insan potansiyelinin, ‘can’ potansiyelinin varlığına işaret eder. Bu da çok önemli çünkü hazreti insan potansiyeli olduğunu bilirsek nereye doğru gideceğimizi de biliriz. Bununla beraber terapide de asıl olarak fark ettirilmeye çalışılan şey; bu nefis katlarında, basamaklarında sabit kalmamak. Çünkü bir katta sabit kalmak bir varoluş sıkıntısı getiriyor. Yani yukarıya doğru tekâmül edebilmek bir lüks değil, insani bir zaruret. Çünkü belirli bir süre sonra bulunduğumuz katı istediğimiz kadar tezyin edelim, süsleyelim o kat bize dar gelmeye başlıyor. Özellikle maddi rahatlık içinde olup hayatında boşluk, anlamsızlık, aidiyetsizlik ve beyhude çabaların olmasında bunu net şeklinde görüyoruz.
Üst bilinçdışı kavramını, yani âlem-i misali anlamak için insanın içinde taşıdığı hal kümesini de anlamamız lazım. Duygu ve hal değişik şeylerdir. Duygu, bir saman alevi gibi parlar ve söner. Hal uzun vadeli, daha tesirlidir. Yaşanan bir dizi hal vardır; sekine, selam, huşu, rıza ve can bunlardan bazılarıdır. Rüyalarda da bize bahşedilen bu otomatik, doğal iyileştirme ve onarma mekanizması bu yaşanan haller ile nefs-i emmare’nin, efsil-i safilin’in yani o alt bilindışının üzerimizdeki tesirini azaltıyor. Ve biz bu halleri hayat tarzımız haline getirmeye gayret ettikçe, rüyalarımızı ibret gözüyle okumaya çalıştıkça, o üst bilinçdışı halleri ve getirdiği güzellikler de ilaçlar kadar tesirli olacak ve kronik depresyonu, anksiyetesi, nevrozu, bağımlılığı olan birisi aslında yaşadığı sıkıntıların bir kattaki sıkışmaların bir uzantısı olduğunu ve aydınlığında müjdecisi olduğunu anlayacak ve terapi işlemeye başlayacak, gölgeler yani bizim gelişimimizi engelleyen olumsuz yönlerimiz birer birer sahneyi terk edecek ve geçmez dediğimiz depresyonlar, ataklar, son bulacak biiznillah…
Bir Cevap Yazın